top of page
Ara
  • İlker KALDI

Yürek Ay Gibidir Vakti Gelince Tutulur (2)


Bir süre önce ilk bölümünü yayınladığım bu öykünün devamını merak eden, soran, arayan, e posta atan tanıdığım, tanımadığım o kadar çok kişi oldu ki. Yazıya ve yazıdaki hikayeye gösterilen bu ilgi hem şaşırttı, hem sevindirdi beni. Aslında niyetim yoktu, ancak bu ilgi karşısında hikayenin geri kalanını aşağıda yayınlıyorum. Teşekkür ederim ilginiz için. İ.K

*

Hayat birçok şeyi yarım yarım yaşatmıştı ikisine, herkese olduğu gibi. Şimdi belki de ilk defa bir bütünün iki yarısı gibi tamamlıyorlardı birbirlerini. İşte bu yüzden çok inandılar sevgiye ve sadakate. “Olmaz, yürümez” diye kulaklara fısıldanan bir ilişkiden aşk doğurdular birlikte. İş için ayrı kalmaya bile katlandılar. Başka başka şehirlerde büyüdü aşk, gece gökyüzüne baktıklarında aynı yıldızları görmenin tesellisiyle. Yine bir sonbahar akşamına gelinceye kadar dillendirmeseler de “seyirlik değil, ömürlük” bir sevgi yaşadıklarının farkındaydılar. Büyü bozulmasın diye susuyordu sanki ikisi de.

Aşk deyince, hep güzel anlar geliyor insanın aklına, mutlu anlar. Günlük yaşam içinde çok basit görünen şeyler bile sevgili ile yaşandığında önemli hale geliveriyor. Küçük küçük yaşantılar büyük mutluluklara dönüşüveriyor. İşe gitmek için her gün evden çıkmak ne kadar sıradan bir durum değil mi? Eğer peri kızı uğurlamışsa, tarifi imkansız, içine sığdıramadığı bir mutluluğa, doyumsuz bir keyfe dönüşüyordu bu sıradanlık. Çünkü akşam döndüğünde anahtarı çevirip, yalnızlıkla selamlaşmayacak, kapıyı ona sevgilisi açacaktı.

Ya da çok olağan bir ev temizliğini, sadece o yaptığı için farkında olmadan dünyanın en önemli olayıymış gibi ballandıra ballandıra anlatacaktı.

“Varlığıyla mutlu oluyorum, yokluğunda özlüyorum” demişti Çok şey anlatıyordu aslında bu beş kelime aşkın geleceği için.

Peri kızının en büyük korkusu ise, delikanlının vazgeçmesiydi. Korkusu, cesaretsizlikten değil, sevgisindendi. Kaybetmeyi göze alamayacak kadar çok seviyordu. O yüzden giydiği kıyafete, yaptığı makyaja bile dikkat ediyordu. Eve geç girmekten sakınıyor, bir yere giderken rızasını alıyordu. Yolu kentten geçen bir köy delikanlısını sevmişti ne de olsa. Üstelik kaybetmeyi göze alamayacak kadar çok sevmişti.

“Seyirlik değil, ömürlük” olduğunu yine bir sonbahar akşamı kanıtladılar bu aşkın.

“İstedim ki, hayatımın yıldızı, dedemin bahçesinde koyalım, ömürlük aşkımızın adını” dedi delikanlı. “Evet” dedi peri kızı. “Evet, evet, evet… Bin defa sorsan bin defa evet”. Ve o günü ölümsüzleştirmek için yazıldı aşağıdaki şiir:

DEDEMİN BAHÇESİ

Çok sevdiğim …,

Bir başka güzel görünüyor gözüme bu sabah.

Daha uyanmadı evdekiler,

Erken kalkıp düşünmek istedim.

Yeni bir perde aralanırken hayatımıza

İçimin ürpertisini hissetmesin istedim hiç kimse.

Boş caddelerinde dolaşmak istiyorum tek başıma,

Hayatımı bir film gibi her karesini yeniden yaşamak

…’nin dört bir tarafında.

Sonra tüm anılarla helalleşmek

Ve sana tek başıma gelmek istiyorum.

Çok sevdiğim …,

Bir başka güzel görünüyor gözüme bu sabah.

Gitmek istiyor canım, seninle gidebileceğim her yere.

Hesapsız, plansız, sorgusuz elinden tutup gitmek,

Çünkü senden kendim kadar eminim,

Seninle ömrümün kalanını yaşamak istiyorum.

Biliyorsun, sonbaharda başlamıştı aşkımız,

İki tanığı daha vardı aşkımızın, ikimizden başka: Yağmur ve rüzgâr.

Bak! Mevsim yine sonbahar.

Yeni bir başlangıç daha yapıyoruz,

Hesapsız, plansız, sorgusuz bir başlangıç daha.

Çok sevdiğim …,

Bir başka güzel görünüyor gözüme bu sabah.

Bir yıl önce, yine bir Ekim ayında buradan ayrılırken,

…’ye emanet etmiştim seni.

Bıraktığım gibi bulmak duasıyla.

Buldum ve şükrettim.

Belki itiraf etmek zor ama…

Ağrıyan yanım hep yüreğim oldu,

Sana her “hoşçakal” dediğimde…

Özleyen yanım hep gönlüm oldu,

Senin olmadığın günlerde…

Sevginle nasıl avunduğumu tahmin bile edemezsin,

Sadece sen içindeyken “yuvam” dediğim evimde…

Sen hep yanımda ol diye,

Evim, yuvamız olsun diye,

Hayatı birlikte yaşayalım diye,

Kalbimi sıyırıp bütün kabuklarından

Dedemin bahçesinde istedim seni senden,

Süsten, gösterişten uzak.

Dedem de duysun, bilsin istedim,

Sol omzumda hissettiğim belli belirsiz ağırlığı,

Kulağımı yalayıp geçen rüzgârı bir kez daha düşündüğümde

Anladım ki, dedem sessiz tanığıydı o akşamın,

Ta yanı başımda dikilmiş gözleri parlıyordu, ben konuştukça.

Seni bana kavuşturan aşkımızın ilk durağı …

Birlikte devam edeceğimiz uzun yolun da son durağı olacak.

08 Kasım 2011

*

Haritada iki küçük su lekesi gibi duran hayatları birleşip koca bir deniz olmaya başlamıştı.

Zamanla, asıl yalnızlığın birbirlerinden uzak olmak değil, gönüllerden uzaklaşmak olduğunu anladılar. Daha çok sevdiler. Özlemenin, özlenmenin ve kavuşmanın da aslında mutluluk verdiğini keşfettiler. Başka insanlara katlanmayı öğrendiler, birbirlerinin yokluğunda.

Tek başına film izlemeyi, kitap okumayı ya da başkalarıyla yemek yemeyi, vakit geçirmeyi öğrendiler. Ayrı şehirlerde yaşamaya alıştılar, bir gün yan yana izleyecekleri hayaliyle kendilerini buluşturan yıldızlara bakarken.

Eski bir aşk ezberini bozdular birlikte. “Gözden ırak olanın, gönülden ırak olmadığını” gösterdiler. “Sevenlerin hep beklendiği, beklenenin hiç gelmediği” inancını yıktılar. Şimdi adım adım evlilik yolunda ilerliyorlar.

*

Bazen bir koku, bir mekân, bir şarkı hep aynı anıları, aynı kişileri hatırlatır insana. Mesela, ne zaman bir balıkçıya otursam ya da burnuma bir balık kokusu gelse, bu aşk hikâyesinin iki güzel kahramanı gelir aklıma. Çünkü onlarla her buluştuğumuzda birlikte balık yemek bir gelenek olmuştu adeta.

Bu hikayeyi neden anlattığıma gelince; Aşk, herkese ve her yaşta lazım. Onsuz yaşam kupkuru, donuk, cansız… Yeter ki aşk köreltmesin, büyütsün gönlü. Tıpkı az önceki hikayede olduğu gibi.


44 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page