top of page
Ara
  • Prof. Dr. Doğan CÜCELOĞLU

Yoksulluk,…Kimin Sorumluluğu?


Bir insanın yoksul olmasından kim sorumlu? Bu soruya verdiğiniz cevaba göre yoksulluğa karşı bir tavır alırsınız. George Orwell’in “Wigan İskelesi Yolu”adlı kitabını okuyorum. Orwell bu kitabında maden kömürü işçilerinin yaşam koşullarını anlatıyor ve özellikle işsiz kalan insanların birey olarak ve aile olarak nasıl sefil bir duruma düştüklerini gözlemliyor.

Kitabın bir yerinde şöyle yazıyor:

“Yoksul ve pis yerlerde oturanlar, kiri ve sıkışıklığı, koca göbekli burjuvaların inanmaktan hoşlandıklarının tersine, kendi keyiflerinden istemezler. (Örneğin, Galsworthy² Swan Song³ adlı kitabında para babasının pek sevdiği bir inanış olan ‘yoksulluk insanı pis, iğrenç yapmaz, pis, iğrenç insan yoksulluğu yapar’ düşüncesini insancıl bir Yahudi’ye söyletir.) İnsanlara doğru dürüst bir ev verin, hemen onu temiz tutmayı öğrenirler. Hatta içinde oturulacak hoş görünümlü bir evle özsaygıları artar, daha temiz olurlar ve çocukları yaşama daha iyi fırsatlarla atılır.(s. 91)

Evet, ilk başta sorduğum soruyu yeniden sormak istiyorum: Yoksulluk kimin sorumluluğu? Aslında bu soru başka bir biçimde, ‘kişinin ekonomik başarısı kimin sorumluluğu’ biçiminde de sorulabilir?

Bu konuda geçmişte farklı düşünceler ve inançlar işittim. Bunlardan biri şu: Allah kime ne kadar vereceğini bilir. Kul uğraşır, çabalar, ‘yürü kulum’ denenlerdenseniz, işiniz iyi gider ve refaha erersiniz. İstediğiniz kadar uğraşın, çabalayın, kısmetinizde yoksa refahı elde edemezsiniz. Bu inanç şöyle bir sorumluluğu da beraberinde getirir: refaha erenler kendileri kadar şanslı olmayan insanları korumak ve gözetmekle yükümlüdürler.

Zamanla sosyal devlet kavramı gelişti. ‘Sosyal devlet’ yoksulu gözeten, fırsat eşitliği yaratmaya çalışan bir devlet felsefesi ortaya koydu. Böylece devlet varlıklı olanlardan vergiler yoluyla alıp, olmayanlara barınak, eğitim ve sağlık olanakları sağladı. Devletin böyle bir tavır içinde olmasını alkışlayanlar olduğu gibi itirazlar edenler de oldu. (Daha doğrusu bu itirazlar sosyal devlet kurulmadan önce vardı; sosyal devlet bunlara rağmen kuruldu.) Şöyle dediler: adam tembelin teki; okula gitme zamanında okula gitmiyor, okula gitse bile, kaytarıyor, çalışmıyor. Zamanını kendi gelişimi ve ilerisi için yatırım yapmak fırsatı olarak değil, haylazlık yapmak, ona buna sataşmakla geçiriyor. Sorumluluk yok. Ve bu insanlar, ‘Nasıl olsa devlet bakar!’ güveni içinde topluma asalak olarak yetişiyorlar. Devlet bunlara yardım ediyor. Peki, bu paralar nereden geliyor? Sorumluluk duygusuna sahip çalışkan, üretken insanların verdikleri vergilerden. Bu adil mi? Çalışkan çalışsın ve tembeli beslesin; bu sosyal devlet felsefesi toplumu zayıflatır, tembellerin çoğalmasına yol açar.

Herhalde farkındasınız, sosyal devlete karşı tavır koyanlar başarıyı da yoksulluğu da bireyin kendi sorumluluğu olarak görürler. Yani istese herkes refaha kavuşabilir. Böyle bir görüşün doğal sonucu olarak birey başarısının da başarısızlığının da sonuçlarına katlanmalıdır. Temel varsayım şudur: Refah bireysel bir çabanın sonucudur ve uzun vadede yaşam herkese adildir.

Yaşam adil ise ve başarı ve başarısızlık insanın kendi çabasının sonucu oluşuyorsa, sizin yaşamda elde ettiğiniz statünün yegâne sorumlusu sizsiniz demek oluyor. Böylece, başarılı olanlar, statü sahibi olanlar, “Bak, ben başardım!” demek için fırsat ararlar. Böyle biri iseniz evinizle, elbisenizle, arabanızla, mesleğinizle; her fırsatta her yerde statünüzü ifade etmek istersiniz.

Alain de Botton, Statü Endişesi (Sel Yayıncılık, çeviren: Ahu Sıla Bayer, 2005) adlı kitabında bir anlamda bu konuyu ele alıyor. Kitabın tanıtımında şu ifade yer alıyor: “(bu kitap) hepimizin içini kemiren ancak pek nadir ifade edebildiğimiz bir korkuyu su yüzüne çıkarıyor: başkalarının bizim hakkımızda ne düşündüğü korkusu. Başarısızlığımızın toplum tarafından acımasızca yargılanacağı hissi. Bir başka deyişle bu kitap, evrensel bir endişeye, statü endişesine ayna tutuyor.”

Malcolm Gladwell, Outliers – (Çizginin Dışındakiler) (İstanbul: MediaCat Kitapları, 2011) kitabıyla başarının bir tek kişinin kendi gayretiyle oluşmadığını, rastlantı diyebileceğimiz birçok etkenlerin önemli roller oynadığını gösteriyor. Her insan her istediği alanda istediği zaman başarılı olamıyor. Kitabın tanıtımında şöyle deniyor:

Başarılı insanlar hakkında anlatılan bir hikâye vardır; onların zeki ve hırslı oldukları söylenir. Outliers’te Malcolm Gladwell başarının gerçek hikâyesinin bundan çok farklı olduğunu ve bazı insanların neden başarılı olduğunu anlamak için, bunların çevrelerine daha dikkatli bakmamız gerektiğini iddia ediyor. Mesela aileleri, doğum yerleri ve hatta doğum tarihlerine. Başarının hikâyesi başta göründüğünden daha karmaşık ve çok daha ilgi çekici.

Outliers, Beatles ve Bill Gates’in ortak yanlarının ne olduğunu, Asyalıların matematikteki olağanüstü başarısının sırrını, star sporcuların bilinmeyen avantajlarını ve tüm New Yorklu avukatların özgeçmişlerinin neden aynı olduğunu ve dünyanın en zeki adamının neden adını bile duymadığınızı açıklıyor. Bunların hepsi de nesiller, aile, kültür ve sınıf açılarından açıklanıyor.

Gladwell’in iddiasına göre, bir Silikon Vadisi milyarderi olmak istiyorsanız, hangi yıl; başarılı bir pilot olmak istiyorsanız nerede doğduğunuz çok önemli. Çizginin dışındakilerin -yani normal beklentilerin ötesinde başarıyı yakalayan kişilerin- hayatları tuhaf ve alışılmadık bir mantık izliyor.

George Orwell işsizlik sorununun farkına 1928’de varmış. Kitapta şöyle diyor: “ilk kez işsizleri yakından gördüğümde beni dehşete düşüren ve şaşırtan şey, çoğunun işsizliğinden utanması oldu. Hiç kimse işsizliğin kaçınılmaz olduğunu kabule yanaşmıyordu; çünkü onu kabul etmek demek, işsizliğin de sürüp gideceğini kabul etmek demekti. Burjuvalar hala ‘işsizlik parasından geçinen tembel aylaklar’, ‘bu adamlar isteseler pekâlâ iş bulabilirler’ lafları edip duruyorlardı. Elbette bu düşünceler, bizzat işçi sınıfındakilerin de zihnine işliyordu. Hiç unutmuyorum, ilk kez berduşlar ve dilencilerle yakın ilişkiye girip de, bana yüzsüz asalaklar diye tanıtılmış bu adamların önemli bir bölümünün, belki dörtte birinin, kendi kaderine kapana kısılmış bir hayvanın şaşkınlığıyla bakan namuslu madenciler, pamuk işçileri olduğunu görmüş ve çok şaşırmıştım. Tek sözcükle başlarına gelenin ne olduğunu anlayamıyorlardı. Bulundukları koşullarda, kişisel bir aşağılanma duygusuna sürekli saplanmaları kaçınılmaz bir şeydi. O günlerde işsizlik karşısındaki tutum oydu: Bu, benim başıma gelmiş olan bir felaket, suçlanacak olan benim.” (s.107)

Sizce yoksulluk, işsizlik, başarısızlık kimin sorumluluğu?


112 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page