Covid 19 veya corona virüs olarak adlandırılan bir virüsün yeryüzünde salgın halini almasıyla birlikte, alıştığımız düzenler, yerleşik iş yapma ve yaşam biçimlerimiz alt üst oldu. İçinden geçtiğimiz süreç bizi adeta evlerimize hapsetti, çalışma ortamlarımızdan kopardı, sevdiklerimizle aramıza duvarlar ördü. Bu durum bir yandan özel yaşamımızı derinden sarsarken öte yandan iş hayatını da öngörmesi kolay olmayan bir belirsizliğe sürükledi. İşyerleri kapandı, işler durdu, işsizlik arttı. Şirketler, bu duruma bir taraftan günün koşullarına uygun (dijitalleşme, uzaktan çalışma gibi) çareler ararken bir taraftan da gelecekte iş yaşamının nasıl biçimleneceği üzerinde kafa yoruyorlar.
Şu anda bir bütün olarak insanların -iş hayatı dahil- yaşamın her alanına yansıyan davranışları akıllı, mantıklı, düşünüp taşınarak sergilenen davranışlar değil. Öncelikle bunu bir tarafa not edelim.
Halihazırda yaşananlara karşı ilkel beynimizin taa mağara dönemlerinden beri atalarımızdan bize miras kalan hayatta “hayatta kalma içgüdüsüyle” tepki veriyoruz. Yani aniden, sezgisel ve düşünmeden… Akıl dışı…
Esasen günlük davranışlarımızın neredeyse %85’i zaten akıl dışıdır. Örneğin, asansör çağırdıktan sonra, beklediği asansörün geciktiğini düşünenlerin çağırma düğmesine tekrar tekrar basmaları ne kadar akılcı bir davranış? Ama yapıyoruz. Eşinizi ya da sevgilinizi, boy, yaş, davranış özellikleri, saç ve göz rengi tercihlerinize göre tablolar yaparak mı seçtiniz?
Hayatımızın her alanında ve anında akıl dışı davranışlar sergileriz ve bunlardan kaçamayız. Özellikle içinden geçtiğimiz böylesi olağan dışı dönemlerde.
Salgının boyutları büyüdükçe, beynimizin korku üreten ve depolayan merkezi gibi çalışan, akıl-mantık bölgesinin şalterini kapatan “amigdala” devreye girdi. O devreye girdiği andan itibaren artık sormayı bırakırız, mantık devre dışı kalır.
Şimdi de tam olarak yaşadığımız bu… Korkuyoruz… Hasta olmaktan, işsiz kalmaktan, parasız kalmaktan, ölmekten korkuyoruz. İşte bu korkular, kendimizce hayatta kalmamızı sağlayacak bir yığın akıl dışı davranışa yöneltiyor bizi. Daha doğrusu, neden öyle davrandığımızı mantıklı açıklayamadığımız tepkiler veriyoruz.
Bu durum ister istemez, zihnimizin derinlerinde izler bırakıyor. Salgın sonrasında “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” derken kastedilen de aslında salgını yaşarken ilkel beynimizin zihnimizde bırakacağı duygusal etkilerdir. Kısa bir süre öncesine kadar hayatımızın vazgeçilmezi olan birçok mekan, etkinlik bize artık eskisi gibi cazip gelmeyecek. Buraları ne kadar seversek sevelim, eski kullanma alışkanlıklarımız değişecek. Çünkü yaşanan süreç, her birimizin bilinçaltına korkuyla birlikte bir iz bıraktı. Biz buna kısa yol tuşu da diyebiliriz. Benzer her durumda aynı korkuları ve paniği kısa sürede ortaya çıkartacak bir iz…
Salgın sürecinde her birimiz az ya da çok, farkında olalım ya da olmayalım bir depresyona girdik. Çünkü kim olduğumuzu ve nasıl yaşadığımızı belirleyen, derine işlemiş alışkanlıklarımızdan uzaklaştık. Deyim yerindeyse “konfor alanımız” yerle bir oldu.
Görünüşte çok basit olan yeni alışkanlıklar (sürekli el yıkama, maske takma, tokalaşmama, evde çok zaman geçirme…) hepsi bir araya geldiğinde kişiyi tüketir. Çünkü bu basit gibi görünen yeni davranışlar, eski, alışılmış davranış kalıplarını sarsıp onların yerini alıyor. Kişileri bir şeylere kafa yoruyormuş gibi yapıp da kilitleyen de asıl budur.
Konuya gelecek yazımızda devam edeceğim.
Comments