Farklı kanatlardan siyasi partilere ve siyasetçilere eğitim/danışmanlık hizmeti veren/vermeye de devam eden birisi olarak birçok insana “Yahu biz ne yaşadık?” dedirten son birkaç günkü
gelişmelere ilişkin düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Öncelikle şuna yürekten inanıyorum, ülkenin gündemi “deprem”dir, “depremzedelerin sıkıntıları”dır. Ülkeyi bu gündemden uzaklaştırıp kendi oluşturduğu gündemle meşgul eden her siyasetçi bunun bedelini ödeyecektir.
Yine son birkaç gündür devam eden toz dumana baktığımızda bizim temel sorunumuzun “değiştiremeyeceğimiz”, “müdahale edemeyeceğimiz” konularda “fikir gevişi getirmek” alışkanlığımız olduğunu bir kez daha gözlemledim.
İzin verirseniz, bu düşüncemi bir şekil üzerinde anlatayım:
Hepimiz, hayatımızda her şeyi kontrol edemeyiz. Bizim dışımızda bir dünya var ve birçok şey bize rağmen akıp gidiyor o dünyada. Ancak sayısı az da olsa bazı şeyler bizim kontrolümüzde. Hepimizin zamanını ve enerjisini yukarıdaki resimde “Kontrol Alanı” olarak adlandırdığımız bu alana yoğunlaştırmamız durumunda hayat daha kolay ve daha çok kontrolümüzde geçecek. Ancak biz onu becerebilen bir toplum değiliz. Örneğin deprem olduktan sonra her birimizin “kontrol alanı” nedir? Elimizden ne geliyorsa, gücümüz neye yetiyorsa o bölgedeki insanlara yardım etmek.
Hayatımızı değiştirmek, iyileştirmek için dikkat etmemiz gereken ikinci alan ise, “Etki Alanı”dır. Bu alanda kontrol alanımızdaki gibi ipler bizim elimizde değildir. Ancak bilgimizle, gücümüzle, iletişim becerimizle karar alıcıları etkileme, ikna etme fırsatımız vardır. Örneğin, deprem öncesinde ve sonrasında bilim adamlarının, kent bilimcilerinin imar konusunda yapılması gerekenleri anlatarak, kentleri yönetenleri ve toplumu depreme dayanıklı bir şehirleşme konusunda ikna edip etkilemeleri bu alana ilişkindir.
Resimdeki en dıştaki alan “İlgi Alanı”dır. Yani, en çok ilgilendiğimiz, zamanımızı ve enerjimizi en çok harcadığımız ancak asla ve asla kontrol edemeyeceğimiz, üstelik hiçbir şekilde etkileyemeyeceğimiz gelişmelerin olduğu alan. Durum bu olduğu halde, biz hemen her konuda bu alanda tepiniyoruz. Örneğin, depremde yaraları sarmak için bizim kontrolümüzde olan nedir? Artık gücümüz neyse yaralara ilaç olacak bir şeyler yapmak. Gücümüz bir çadıra yetiyorsa çadır göndermek, bir paket bebek bezi ise o, bir kutu mama ise o… Bir çoğumuz bunu yaptı, yapıyor kuşkusuz… Ancak bir de ne yapıyoruz? Hiçbir gücümüz ve etkimiz olmadığı halde konuşuyoruz, eleştiriyoruz, suçluyoruz, sosyal medyada birbirimizi gaza getirip sonra büyük bir iş yapmış gibi rahatlıyoruz. Sonuç? Hiç… Düzen devam ediyor… 1970’li yıllarda rahmetli Bülent Ecevit’in “Bu düzen değişecek” sloganına karşı bir mitingte vatandaşın “Düzen değişecek ama düzülen hep aynı…” demesi gibi.
Şimdi de aynı şekilde tam gaz gidiyor toplum İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, beş senedir ittifak halinde olduğu, beraber seçimlere girdiği partinin genel başkanının “siyasi hırsı nedeniyle ülke çıkarlarını arka plana attığı” gerekçesiyle kendisi dahil altı partiden oluşan masayı tarumar ederek ortalığı toz duman etti.
Benim için şaşırtıcı olmadı. Ben şaşıranlara şaşırıyorum. (Neden şaşırmadığım bende saklıdır). Bir de toplumun her katmanından konuyu zerre kadar etkileme şansı olmayan insanları bu konu hakkında (İlgi alanında takılı kalıp) yığınla söz söylemelerine şaşırıyorum. Herkes “cürmü kadar yer yakar” misali konunun taraflarına ayar veriyor. Bu yazıyla ben de cürmüm kadar yer yakıyorum aslında :)
Konuya yukarıdaki teknikle yaklaşırsak, İyi Parti’nin “Altılı Masa”ya dahil olması ve o masadan kalkması tamamen kendisinin “kontrol alanı”nda bir husus idi. Yani, ne masaya katılmasına ne de masadan kalkmasına -elbette yorumlar, değerlendirmeler yapılabilir ama- ne söylense boş. O kararı vermek kendi ellerinde…
Bir seneyi aşkın süredir o masada oturup hazırlanan ve mutabık kalınan, imza altına alınan birçok belge ve mutabakat metinleri, masadaki paydaşların birbirlerini ikna ederek, ortak zeminde buluşarak oluşturdukları çalışmalardı, yani “etki alanı” içinde yürütülen çabanın sonuçlarıydı.
Tamam da “Akşener masayı niye dağıttı?”… Ben üretilen ve ortada dolanan komplo teorilerine, dedikodulara itibar etmeden, yine yukarıdaki tekniğe göre açıklayacağım.
Sayın Akşener, partisinin masadaki pozisyonunun “kilit olma rolünü” çok abarttı. Dolayısıyla esasen “etki alanı” içinde yer alan cumhurbaşkanı adayı belirleme konusunu “kontrol alanı” içinde görmeye başladı. Konuyu kontrol alanı içinde halledemeyince bir seneden fazladır defalarca oturup konuştuğu binlerce maddelik mutabakat sağladıkları paydaşlarına ağıza alınmayacak suçlamalarla ortalığı birbirine kattı.
Bu aşamada diğerlerinin kabahati neydi? Sayın Akşener’i ikna etme konusunda “yetersiz” kaldılar. Bu hususu yeterince önemsemediler. Sayın Akşener’in çaresizliğini anlamadılar. Nedir o çaresizlik? İyi Parti’nin örgütü ile seçmen kitlesi arasındaki uyumsuzluk… Parti örgütü, büyük ölçüde eski MHP kadrolarından oluşurken, partinin potansiyel seçmen kitlesinin büyük çoğunluğu “merkez sağ” olarak nitelenebilecek laik ve şehirli yaşam tarzına sahip ılımlı insanlardan oluşuyor. Ancak Sayın Akşener, nihayetinde kendisini ayakta tutan örgütün beklentisine uygun davrandı.
Peki -bence- bundan sonra ne olur? Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın eli çok güçlendi. Zaten son yirmi yılda olduğu gibi bu seçime de favori olarak girerken, Sayın Akşener’in hamlesi kendisine büyük avantaj sağladı. Çünkü halk, “bu duruma Akşener sebep oldu, geride kalanlar devam ediyor” diye bakmaz. “Muhalefet yine eline yüzüne bulaştırdı, ne varsa reiste var” diye düşünür.
“Muhalefetin mevcut koşullarda hiç şansı kalmadı” demek de abartılı olur. Bir şansı var. Ancak o başka bir yazının konusu.
Sonuç olarak, Sayın Akşener, “biz kumar masasında da olmayacağız, noter masasında da” derken farkında olmadan hem kendisinin hem de partisinin geleceğiyle ilgili kumar oynadı ve büyük ihtimalle de bu kumarın -halk nezdinde- kaybedeni olacak.
Comments