Sadece bütüne odaklandığınızda, bütünü etkileyen önemli ayrıntıları kaçırabilirsiniz. Tam tersi de aynı sonucu doğurur. Ayrıntılara fazlasıyla odaklanıp bütüne dikkat edilmezse, ayrıntılar fayda sağlamayabilir insana.
İş yaşamında da, özel yaşamda da karşılığını bulabiliriz bu durumun.
Ayrıntıya odaklanmak, beynin dikkat, planlama, organizasyon ve analiz yetenekleriyle ilgili. Özel yaşamda ayrıntıları gözden kaçırmamak, ilişkilerimizi başlatmak, sürdürmek ve güçlendirmek için önemli fırsatlar yakalamamızı sağlayabiliriz. Her şeyin yolunda gittiğini düşündüğümüz bir evlilikte, eşimizin daha az kahkaha attığını fark etmek, o konuda adımlar atıp yıpranan evliliği kurtarmamıza yarayabilir.
Ayrıntıya odaklanmak, iş dünyasında da önemli fırsatlar verebilir. Ayrıntıya gösterilen özen, alanımızda derinleşme ve uzmanlaşma sağlar. Önemli fırsatları ya da tehditleri görmemize yarar. Faaliyet alanında kalite ve farklılık çoğunlukla ayrıntıya gösterilen dikkatin ürünüdür.
“Ayrıntıya odaklanmak” olumlu sonuçlara yol açarken “ayrıntıya takılmak”, bütünün gözden kaçmasına yol açar. Takılmak, takıntı yapmak, analizden öteye geçemeyenlerin “titizlik” dediği durumdur.
İnsanı ve yaptıklarını değerli kılan aklını ve mantığını kullanabildiği eylemleridir. Akıl ve mantık ise parçadan çok bütünle ilgilidir. İyi bir doktor, iyi bir öğretmen, iyi bir hukukçu olmak, derin bir tıp, eğitim ya da hukuk bilgisi olmanın çok ötesinde birer niteliktir.
Sadece bir alana odaklandığında beyin o konuda mükemmel çalışabilir. Ancak o mükemmel çalışma çok vahim sonuçlara yol açabilir. Oluşan hastalığı tedavi etmek için kullanılan yöntemi seçerken, o yöntemin vücudun diğer sistemlerine etkisini hesap edememek gibi. Tarladaki zararlıları yok ederken bitkinin dayanıklılığını azaltan yöntemleri kullanmak gibi. Sürümünü, verimini, raf ömrünü artırdığımız ürünlerin tadının, niteliğinin bozulması gibi.
Beyni bütüne odaklayamadığımızda tarihi, siyaseti, sosyal olayları da parça parça gösterildiği, öğretildiği kadar algılar bireyler. Sonra o algıdan yola çıkarak elindeki parçaya uygun tamamlar resmi kendisine öğretildiği, gösterildiği, anlatıldığı kadar. Çoğu zaman da sadece elindeki parçadan yola çıkarak tamamladığı bütünün gerçekle hiç ilgisi olmaz.
O zaman da kişinin gerçekle mücadelesi başlar. Ya gerçeği kabullenecek erdemi gösterir ya da gerçeği, kendi resmine uydurmaya çalışmaya çalışır. İkincisi hiçbir zaman olmaz, olur (muş) gibi görünür; yüksek perdeden konuşarak, korkutarak, sindirerek, kırıp dökerek bir süre gölge oyunu oynar gücü elinde tutanlar. Her devirde güce tapınanlar ise, aklın ve mantığın süzgecini kullanmak için, eşref-i mahlukat simgesi üst beyni kullanmak yerine, koşulsuz itaati ya da gerekçesiz karşı koymayı emreden beyin sapını (ilkel beyni) kullanırlar.
Ne demek istediğimin bilimsel açıklaması için neokorteks, limbik beyin ve beyin sapı ile ilgili birazcık araştırma yapılması yeterlidir.
Bu konu şimdi nereden çıktı diyorsanız, “hiç öylesine.”