Kelimelerinizle, cümlelerinizle sizi dinleyen insanları büyülemek, etkilemek, ikna etmek ister misiniz? Kim istemez ki!
Eşimizin, çocuğumuzun, müşterimizin, patronumuzun aklında ve gönlünde iz bırakan konuşmalar yapmak hepimizin arzulayabileceği bir durum değil mi?
Dinleyiciniz ister bir kişi olsun ister bin kişi, her konuşmanızın onlar üzerinde çok olumlu etkiler bıraktığını hayal edin. O an neler hissedersiniz? Gözünüzde canlandırın lütfen. Mutluluk, keyif, sevinç, gurur, öz güven… Yaşamımıza zevk katan birçok duyguyu hissederiz değil mi?
İşte bu aşamada en kritik soruyu soruyorum: Büyülü etkiler yapan bir konuşmacı olabilmek sonradan öğrenilebilir mi yoksa bu önemli ölçüde “Allah vergisi” bir yetenek midir?
Elbette hiç kimse sizi bu sorunun yanıtının “şu” ya da “bu” olmalı düşüncesini kabul etmeye mecbur edemez. Ancak ben mükemmel bir konuşmacı olmanın sonradan öğrenilebilecek bir beceri olduğuna inanıyorum.
Çünkü başlangıçta hiç de iyi konuşamayan pek çok insan aldıkları eğitim, gösterdikleri azim ve çalışkanlıkla adeta mucizeler yaratıp harika birer konuşmacı olmayı başarabilmişlerdir. Örneğin Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesinin önderi Gandhi. Dünyanın en etkili hatiplerinden birisi olarak kabul edilen Gandhi’nin ilk hitabet denemesi tam bir başarısızlıktır. Üstelik bu denemede kendisi heyecandan bayılmıştır.
Bu ve bundan sonraki birkaç yazımda iz bırakan ve etkileyen konuşmalar yapabilmeniz, aranılan bir konuşmacı olabilmeniz için işinize yarayacak pratik bilgileri sizinle paylaşacağım.
Etkileyici bir konuşmanın ilk adımı, amacı net olarak belirleyebilmektir. Çünkü konuşmanın amacını belirlemek, konuşma içeriğinin ve akışının belirginleşmesinde bize çok yardımcı olur. Bilgilendirme (örneğin oryantasyon) amacını güden bir konuşma ile ikna etme (satış, evlilik teklifi, çocuğumuzu uyutmak) amacını taşıyan bir konuşmanın içeriği, akışı, kullanılacak kelimelerin seçimi elbette farklı olacaktır.
Eğer her konuşmamızı aynı biçimde yaparsak ortaya tatsız tuzsuz bir durum çıkar ki herhalde hiçbirimiz bu duruma düşmeyi istemeyiz.
Konuşmacı, kendisi için değil; dinleyenler için konuştuğunu bir an bile aklından çıkarmazsa, büyüleyici bir konuşmanın ikinci adımını da atmış demektir. Çünkü insanlar bir konuşmayı dinlerken farkında olmadan kendi kendilerine şu soruların yanıtlarını ararlar:
– Bu konuşmayı neden umursayayım?
– Bu konuşmada söylenenler benim için önemli mi?
– Bu konuşmada işime yarayacak ne var?
Bir an durun ve düşünün: Dinleyiciler neden sizin söylediklerinize dikkat etsinler ki? Onlar konuşmalarınızda sizin nedenlerinizi değil, kendi nedenlerini ararlar.
Konuya bu boyuttan bakıldığında aklıma geliveren bir soru var: Hangi konuşmacılar dinleyenleri büyüler? Başka bir deyişle böyle bir konuşmacı hangi özelliklere sahiptir?
Sorunun yanıtını bir daha ki yazıda bulabilirsiniz. O zamana kadar belki de sizler bu sorunun yanıtı üzerinde biraz düşünmeyi tercih edebilirsiniz. Sizce değmez mi?